Édouard Manet (23 Ocak 1832 – 30 Nisan 1883),


Édouard Manet (23 Ocak 183230 Nisan 1883), Fransız ressam. Ondokuzuncu yüzyılda modern hayatı konu alan resimler yapmaya başlamış ilk ressamlardan. Gerçekçilik akımından izlenimciliğe geçişte çok önemli bir rol oynadı.

İlk dönem başyapıtlarından Kırda Öğle Yemeği ve Olympia, kendisinden genç ressamlara esin kaynağı oldu ve o ressamlar izlenimciliğin en önemli isimleri oldular. Günümüzde, bu iki resim, modern sanatın başlangıcı kabul edilir.Édouard Manet, 23 Ocak 1832'de Paris'te varlıklı ve birbirine bağlı bir ailenin üyesi olarak doğdu. Annesi, Eugénie-Desirée Fournier, İsveç Prensi Charles Bernadotte'nin torunuydu. Babası, Auguste Manet ise Fransız bir yargıçtı ve oğlunun da tıpkı kendisi gibi hukuk alanında kariyer yapmasını istiyordu. Dayısı, Charles Fournier, yeğenini resim yapması konusunda teşvik etti ve sık sık Louvre'a götürdü.[1] 1845 yılında, dayısının tavsiyesiyle, Manet çizim konusunda özel ders almaya başladı. Bu dersler sırasında ileride Güzel Sanatlar Bakanlığı yapacak olan Antonin Proust ile tanıştı. Proust-Manet dostluğu yaşamlarının sonuna kadar sürdü.
1848 yılında, babası isteği ile bir eğitim gemisiyle Rio de Janeiro'ya doğru yola çıktı. Deniz Kuvvetleri sınavına iki kere girip başarısız olduktan sonra babası sanat eğitimi almasına izin verdi.[2] Manet, 1850'den 1856'ya kadar, geniş tarihi tabloları ile tanınan Thomas Couture isimli akademik bir ressamla birlikte çalıştı. Boş zamanlarında ise Louvre'daki büyük başyapıtları kopyalıyordu.
1853 ile 1856 arasında Almanya, İtalya ve Hollanda'yı ziyaret etti. Bu ziyaretler sırasında Frans Hals, Diego Velázquez ve Francisco Goya'nın eserlerini inceleme fırsatı buldu. Bu üç ressamdan çok etkilendi ve daha sonraki çalışmalarında onların eserlerinden esinlendi.
1856 yılında kendi atölyesini açtı. Bu dönemdeki tarzı fırça darbelerini serbest bırakan, detayları basitleştiren ve geçiş tonlarını yok eden olarak tanımlanabilir. Bu stilini Gustave Courbet tarafından başlatılan gerçekçilik akımına adapte eden Manet, Absint İçicisi (1858-59) isimli tablosunu çizdi. Onun dışında ise şarkıcılar, çingeneler, kafelerdeki insanlar, boğa güreşleri, dilenciler gibi çağdaş konularla ilgilendi. Gençlik yıllarının ardından dini, tarihi ya da mitolojik konuları resimlerinde çok az konu edindi.

Leonardo Da Vinci (1452 - 1519)

Leonardo da Vinci (d. 15 Nisan 1452 - ö. 2 Mayıs 1519) Rönesans dönemi İtalyan mimarı, mühendisi, mucidi, matematikçisi, anatomisti, müzisyeni, heykeltıraşı ve ressamıdır. En tanınmış yapıtları Mona Lisa (1503 - 1507) ve Son Yemek’tir (1495 - 1497). Rönesans sanatını doruğuna ulaştırmış, yalnız sanat yapıa değil, çeşitli alanlardaki araştırmaları ve buluşlarıyla da tanınan, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük sanatçılarından biridir.
Leonardo, genç bir noter olan Ser Piero da Vinci'nin ve muhtemelen bir çiftçi kızı olan Caterina'nın evlilik dışı çocuğu olarak Vinci kasabası yakınlarındaki Anchiano'da dünyaya geldi. Avrupa'daki modern isimlendirme kurallarının yerleşmesinden önce dünyaya tam ismi, "Vincili Piero'nun oğlu Leonardo" manasına gelen "Leonardo di Ser Piero da Vinci"dir. Eserlerini "Leonardo" ya da "Io, Leonardo (Ben, Leonardo)" olarak imzalamıştır.
Somut kanıtlar bulunmasa da, Leonardo'nun annesi Caterina'nın, babası Piero'ya ait Ortadoğulu bir köle olduğu tahmin ediliyor. Babası, Leonardo’nun doğduğu yıl, Albiera adındaki ilk eşi ile evlendi, Caterina ile ise hiçbir zaman evlenmedi.
Leonardo’ya bebekliğinde annesi baktı, ancak birkaç yıl sonra annesi başka biriyle evlendirilerek komşu kasabaya yerleşince, babasının nadiren uğradığı büyükbabasının evinde yaşamaya başladı; arada sırada Floransa’ya babasının evine giderdi. Babasının ilk eşinden çocuğu olmadığı için aileye kabul edilmişti ama hiçbir zaman meşru bir çocuk olarak görülmedi ve amcası Francesco dışında ailedeki kimseden sevgi görmedi.

Leondardo'nun anatomi ve insan vücudu üzerine eğitimi çıraklık döneminde başladı. Öğretmeni Andrea del Verrocchio öğrencilerinin anatomiyi kavramasında ısrarlıydı.
14 yaşına kadar Vinci’de yaşayan Leonardo, büyükanne ve büyükbabasının ardı ardına ölmesi üzerine 1466’da babası ile birlikte Floransa’ya gitti. Evlilik dışı çocukların üniversiteye gitmesi yasak olduğundan üniversite öğrenimi görme şansı yoktu. Küçük yaştan itibaren çok güzel çizimler yapan Leonardo’nun resimlerini babası, dönemin ünlü ressam ve heykeltıraşı Andrea del Verrocchio'ya gösterince, Verrochio onu çırak olarak yanına aldı. Leonardo Verrocchio'nun yanında Lorenzo di Credi ve Pietro Perugino gibi ünlü sanatçılarla çalışma fırsatı buldu. Atölyede sadece resim yapmayı değil, lir çalmayı da öğrendi.Gerçektende iyi çalıyordu.
Floransa’yı 1482’de terkederek Milano Dükü Sforza’nın hizmetine girdi. Dükün hizmetine girebilmek için köprüler, silahlar, gemiler, bronz, mermer ve kilden heykeller yapabileceğini anlattığı ancak göndermediği mektubu bütün zamanların en olağanüstü iş başvurusu sayılır.
Leonardo, 1499’da şehir Fransızlar tarafından alınıncaya kadar 17 yıl boyunca Milano Dükü için çalıştı. Dük için sadece resim ve heykeller yapmak, festivaller organize etmekle uğraşmadı, aynı zamanda bina, makine ve silah tasarımları yaptı. 1485 - 1490 yıllarında doğa, mekanik, geometri, uçan makinelerin yanısıra, kilise, kale ve kanal yapımı gibi mimari yapılar ile ilgilendi, anatomi çalışmaları yaptı, öğrenciler yetiştirdi. İlgi alanı o kadar genişti ki, başladığı çoğu işi bitiremiyordu. 1490 - 1495 yıllarında çalışmalarını ve çizimlerini deftere kaydetme alışkanlığı geliştirdi. Bu çizimler ve defter sayfaları, müzeler ve kişisel koleksiyonlarda toplanmıştır. Bu koleksiyonculardan birisi de Leonardo’nun hidrolik alanındaki çalışmalarının el yazmalarını toplayan Bill Gates’dir.
1499’da Milano'yu terkeden ve yeni bir koruyucu (hami ) aramaya başlayan Leonardo, 16 yıl boyunca İtalya’da seyahat etti. Pek çok kişi için çalıştı, çoğu eserini yarım bıraktı.
İnsanlık tarihinin en iyi resimlerinden birisi kabul edilen Mona Lisa için 1503’te çalışmaya başladığı söylenir. Bu resmi tamamladıktan sonra hiç yanından ayırmamış, tüm seyahatlerinde yanında taşımıştı. 1504’te babasının ölüm haberi üzerine Floransa’ya döndü. Miras hakkı için kardeşleri ile mücadele etti ancak çabası sonuçsuz kaldı. Ancak çok sevdiği amcası tüm varlığını ona bıraktı.
1506 yılında Leonardo, bir Lombardiya aristokratının 15 yaşındaki oğlu olan Kont Francesco Melzi'yle tanıştı. Melzi, hayatının geri kalanında onun en iyi öğrencisi ve en yakını oldu. 1490’da 10 yaşında iken korumasına aldığı ve Salai adını verdiği genç de 30 yıl boyunca onunla beraber olmuş, ancak öğrencisi olarak bilinen bu genç hiçbir sanatsal ürün üretmemişti.
1513 - 1516 arasında Roma’da yaşadı ve Papa için geliştirilen çeşitli projelerde yer aldı. Anatomi ve fizyoloji alanında çalışmaya devam etti ancak Papa, kadavralar üzerinde çalışmasını yasakladı. Leonardo da Vinci'nin ölümü (Jean Auguste Dominique Ingres, 1818)
1516’da koruyucusu Giuliano de' Medici’nin ölümü üzerine Kral 1. Francis’ten Fransa’nın baş ressam, mühendis ve mimarı olmak üzere davet aldı. Paris’in güneybatısında, Amboise yakınlarındaki Kraliyet Sarayı’nın hemen yanında kendisi için hazırlanan konağa yerleşti. Leonardo'ya büyük hayranlık duyan kral, sık sık ziyarete gelir ve sohbet ederdi.
Sağ koluna felç inen Leonardo da Vinci, resimden çok bilimsel çalışmalara ağırlık verdi. Kendisine dostu Melzi yardımcı olmaktaydı. Salai ise Fransa’ya geldikten sonra onu terketmişti.
Leonardo 2 Mayıs 1519’da Amboise’daki evinde 67 yaşında öldü. Kralın kollarında can verdiği rivayet edilir, ancak, 1 Mayıs günü kralın bir başka şehirde olduğu ve bir gün içinde oraya gelemeyeceği bilinmektedir. Vasiyetinde mirasının esas bölümünü Melzi’ye bıraktı. Amboise'daki Saint Florentin Kilisesi’nde toprağa verildi.

Georges Seurat






Georges Seurat (d. 2 Aralık 1859 - 29 Mart 1891) Fransız akademik resim geleneğine bağlı Ard İzlenimci ve Noktacı (Pointillist) ressam.
Seurat, 1859 yılında ekonomik durumu yerinde olan dindar bir ailenin çocuğu olarak Paris'te dünyaya geldi. Babası La Villet’te bir polisti.
Resim kuramını renklerin bölünmesine ve optik karışıma dayandıran yeni izlenimciliğin kurucularından olan Georges Seurat yedi yıl içinde olağanüstü yapıtlar ortaya koymayı başardı. Kurumsal ve plastik araştırmalara büyük ilgi duyan Seuret, 1876‘dan başlayarak Chevreul‘un bulduğu renklerin eş zamanlı karşıtlığı yasalarını ve Delacroix kuramlarını inceledi.
Seurat, izlenimciliğin kurallarına tepki duyanlardandı. Seurat gibi ard izlenimciliğin temsilcileri olan sanatçılar da sanat yaşamlarına İzlenimcilikle başlamışlardır. Ancak bu akımın kimi sınırlamalarını aşmak ve resimlerine kişiselliklerini katmak istiyorlardı.
Seurat, öğrencilik yıllarının başlangıcında resime ilgi duymuş ve ilk derslerini; Justin Lequien adında Roma Ödülü’nde ikincilik kazanmış bir heykeltraşın yönetimindeki belediye resim okuluna devam ederek almıştır. Bu öğrenciliği sırasında uzun süreli bir arkadaşlık geliştireceği ressam Aman- Jean ile tanışmış ve kısa bir süre sonra Paris’te ortak bir atölye açmışlardır. Aman- Jean ile birlikte 1887- 1888 yılında Paris Güzel Sanatlar Yüksekokulu’na (École Nationale Supérieure Des Beaux-Arts de Paris) kayıt olarak Henri Lehmann’ın derslerine katılmışlardır. Seurat, akademik resim geleneğine bağlı kalmış, müzelerde eski ustaların eserleri üzerinde çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmalar, onun olgunluk dönemine ait eserleri üzerinde etkili olacaktır.
1879’da izlenimcilerin dördüncü sergisinden çok etkilendi. Bağımsız olarak çalıştı. İyi bir desenci olduğunu ortaya koyan yapıtlar verdi.
1891 Bağımsızlar salonunun açılışından sonra Seurat, iltihaplı anjinden yaşamını yitirdi. Anlaşmazlıklar sonucu uzaklaştığı yeni izlenimciler grubu sanatçının ölümünden büyük üzüntü duydu.
Georges Seurat, Zıt renkleri yan yana noktalar halinde koyarak Noktacılık tekniğini geliştirdi. Paul Signac (1863 - 1935) ile birlikte Pointilism akımınında gelişimini sağladı. Resimlerini küçük noktalar kullanarak mozaik gibi boyadı. Renklerin beynimizde kaynaşacaklarını savunuyordu. Bu tarza sonradan noktacılık dendi. Tüm hatlar kaldırılmış ve düzeni korumak için resim basitleştirilmişti
Noktalama tekniğinin öncüsü Seurat noktaların beynimizde birleşip bütünlük oluşturacağını savunuyordu. Buna rağmen hacimsellik hissi alınamamaktadır

Henri de Toulouse-Lautrec



Aristokrat bir aileden gelen Henri de Tolouse-Lautrec'in; resim konusundaki büyük yeteneği henüz çocuk yaşlarda, çizdiği karikatürlerle belli oldu. Akraba evliliğinden kaynaklanan bir nedenle, ne olduğu saptanamayan genetik bir hastalığın yarattığı kırılgan kemikler yüzünden, 1878 ve 1879 yıllarında acı veren bir tedaviyle boy uzatma çabaları sonucu; her iki bacak kemiklerinin kırılmasıyla kısa boylu kaldı.

Moulin Rouge'da Lautrec
Sakat kalmasıyla; annesi ondaki resim yeteneğini keşfetti. Babasından göremediği desteği annesinden alan Lautrec, klasik anlayıştaki resmi değil, "poster" temeline dayanan ressamlığa yöneldi. Seçimi onu başarıdan başarıya götürdü, ünü bütün Paris'e yayılan Lautrec'in posterleri duvarlardan kapışıldı. Henüz 17 yaşındayken denemelerinin sayısı 2400'ü bulmuştu. Emile Bernard, Van Gogh gibi ressamlarla tanıştı, empresyonist akıma kapıldı. 1894–1897 yılları arasında Avrupa’yı dolaştı, bir çok sergi açtı. Ancak gerçek ününe, Moulin Rouge müzikholünü anlatan resimler yaparak kavuştu. Babasıyla olan geçimsizliği ve engelli halinin verdiği bunalımlarla alkole sığınan sanatçı, genelev çalışanlarını çizmeye, giderek, geneleve yerleşip orada yaşamaya başladı. Frengi hastalığına tutulan Tolouse-Lautrec, genç yaşta öldü.

Yatakta adlı eseri, 1893
Henri de Toulouse-Lautrec'in, henüz ölmeden Louvre müzesinde yer almaya hak kazanan ilk ve tek sanatçı olduğu iddia edilir.

Francisco GOYA


Francisco José de Goya y Lucientes (d. 30 Mart 1746 - ö. 16 Nisan 1828) İspanyol bir ressam ve matbaacıydı.
Goya, portre tasarımları ile ünlüydü, ve yaptığı tasarımlarla bir çok yeniliklere sanat dünyasını yönlendirdi. Modern sanatın ilk adımı olarak görülmektedir. Gelecek kuşaklarda başlıca Claude Monet ve Pablo Picasso Goya'nın stilini benimsemiştir.
Goya'nın eserlerinin büyük bir bölümü Madrid'de Museo del Prado'da sergilenmektedir

Paul Gauguin (1848 - 1903)



Eugène Henri Paul Gauguin (d. 7 Haziran 1848, Paris9 Mayıs 1903), Fransız ressam.
Eugène Henri Paul Gauguin, 7 Haziran 1848, Paris’te doğan, Post-Empresyonist bir ressamdır. 1851’de ailesiyle birlikte Peru’ya yerleşir. Babası yolculukları esnasında ölür, Lima, Peru’da annesi ve kızkardeşi ve amcasının ailesiyle birlikte 4 yıl yaşayan Paul ve ailesi 1855’te Paris’e döner. 17 yaşında pilot asistanlığı yapan Paul sonrasında bir süre donanmada çalışır. 1871’de Gauguin, Paris’e dönerek borsacılık yapmaya başlar. 1873’te Mette Sophie Gad adlı Danimarkalı bir bayanla evlenen Gauguin’in sonraları 5 çocuğu olur. Gauguin çocukluğundan itibaren sanata meraklıdır. Boş zamanlarında resim yapar. Gauguin, Camille Pissarro ile arkadaşlık kurar. Sanatında ilerlemeye başlayınca bir stüdyo kiralar, 1881-1882 yılları arasında düzenlenen Empresyonist sergilerde eserleri sergilenir. Bir süre yazları Pissarro ve Paul Cézanne ile resim yapar. 1884’e geldiğimizde Gauguin ailesi ile Kopenhag’a taşınır. Burada iş alanındaki yaşadığı başarısızlıklar onu tüm zamanında resim yapmaya yöneltir ve ailesini burada bırakarak büyük oğlu ile birlikte Paris’e geri döner. Bu dönemde Vincent Van Gogh, Gauguin’i Arles’e çağırır ve burada 9 haftayı resim yaparak birlikte geçirirler. Ancak sonrasında yalnız kalmanın etkisiyle depresyona girer ve intihara kalkışır. Empresyonizm Gauguin’e istediklerini veremez olmuştur bundan dolayı Afrika ve Asya sanatı kendisine daha mistik ve çekici gelir özellikle de Japon kültürü. Folklorik sanat ve Japon sanatının etkisi altına girer.
1891 yılında Gauguin mali açıdan kötü durumdadır. Üstelik bir ressam olarak çok da tanınmamaktadır. ‘Taze balık ve meyve’ için tropik bir adada yaşamak amacıyla bir kaç teşebbüsü olmuş bu da oldukça primitif bir tarzda resim yapmasına sebep olmuştur. Kısa bir süre Panama Kanalı, Tahiti’de yaşamıştır ve Tahiti’de yaşarken ‘Fatata te Miti (By the Sea)’, ‘la Orana Maria’ (Ave Maria) adlı tablolarını yapmıştır. 1897’de Punaauia’ya taşınarak burada da en önemli eseri olan ‘Where Do We Come From’ adlı tablosunu yapar. Hayatının geri kalanını Markiz Adaları'nda geçirmiştir. Bu dönemde Avant et Aprés (Before and After) adlı anıları, sanat eserleri hakkında yorumlarından oluşan bir kitap yazmıştır
1903 yılında kilise ve hükümetle ile yaşadığı bir problem sebebiyle 3 ay hapse mahkum olmuş, ancak hapse giremeden hastalanarak 54 yaşında ölmüştür. Paul Gauguin’in çalışmalarına olan rağbet ölümünün hemen ardından sonra olur. Çalışmalarının bir çoğu Rus koleksiyoncu Sergei Shchukin tarafından toplanır. Koleksiyonun bir kısmı Pushkin Müzesi’nde sergilenmektedir. Gauguin’in eserleri nadiren satılığa çıkarılmakta ve fiyatları 39,2 milyon dolara kadar ulaşmaktadır. Gauguin diğer bir çok ressamı özellikle de Arthur Frank Mathews’u etkilemiştir. Tahiti’de bulunan Japon tarzındaki Gauguin Müzesi bazı fotoğrafları, belgeleri ve bazı tablolarını içermektedir

Paul Cèzanne (1839 - 1906)


Van Gogh, Gauguin, Seurat, Lautrec, Cezanne gibi İzlenimcilik sonrası sanatçılar modern resmin öncüleri olarak kabul edilmektedirler. Bu sanatçılar arasında, resim sanatında köklü değişikliklerin yolunu açan bir anlayışın yaratıcısı olan Cezanne’ın ayrıcalıklı bir yere sahip olduğu görülmektedir. O, gönüllü bir şekilde inzivaya çekilerek sürekli çalışmış ve tuvalle olan hesaplaşması sonucunda resim sanatında çığır açmıştır.
Paul Cezanne, varlıklı bir banker ve tüccarın oğlu olarak, 1839 yılında Aix- en- Provence’da dünyaya gelmiştir. Collège Bourbon’da aldığı eğitim sırasında, edebiyat alanında ünlü bir isim olacak Emile Zola ile dostluk kurmuştur. Kendisi için çok şey ifade eden bu dostluk, Aix’in kırlarında yapılan uzun gezintiler sırasında sanat üzerine yoğunlaşan derin sohbetlerle pekişmiştir. Nana ve Meyhane’nin yazarı Zola, çok sonraları Cezanne’a yazdığı bir mektubunda bu günleri şu şekilde hatırlayacaktır: “On yıl boyunca sanattan ve edebiyattan konuşup durduk… Farkında olmaksızın bizim birer devrimci olduğumuzu şimdi görebiliyor musun?‿
Aix`de Zola’yla birlikte doğayla içiçe süren yaşantı, onun sanat görüşünün biçimlenmesinde etkili olan erken kaynaklardan birisi olarak değerlendirilebilir. Zola’nın 1858’de annesiyle birlikte Paris’e yerleşmesi, bu yaşantının kesilmesine neden olmuştur, ancak iki arkadaş sanat üzerine tartışmalarını düzenli mektuplaşmalarla sürdürmüşlerdir.
Bu sırada Cezanne, babasının isteğiyle Aix’deki üniversitede hukuk öğrenimi görmeye başlamış, fakat aynı zamanda alçı heykellerden kopyalar ve doğadan çalışmalar yaptığı çizim akademisine kaydolmuştur.
Giderek resme yoğunlaşmaya başlaması ve hukuk eğitimini ikinci plana atması, Zola’nın onu heyecanlandıran Paris hikayeleri ve Paris’e gelmesi konusundaki ısrarlarıyla birleşince 1861’de babasının izniyle bu şehre gitmiştir.
Burada Atelier Suisse’de resim eğitimi almaya başlamıştır. Her sabah 6 ile 11 arasında beş saat süren çalışmalar sonrasında, zamanının çoğunu Louvre’da eski ustaların eserlerini inceleyerek geçirmiştir. Fakat altı ay sonunda, Zola’nın karşı çıkışına rağmen, Aix’e geri dönmüş ve babasının ofisinde çalışmaya başlamıştır.
Aix’de geçen yaklaşık bir yıllık sürenin ardından, 1862 sonlarında tekrar Paris’e gitmiştir. Atelier Suisse’de Pissarro ile tanışması onun sanat kariyeri açısından son derece önemli bir gelişmedir. Pissarro aracılığıyla 1862’de Monet, Bazille, Sisley ve Renoir ile tanışmış, nadiren de olsa genç sanatçıların Café Guerbois’daki toplantılarına katılmış, fakat tartışmalara dahil olmamıştır.
Cezanne, bu dönemde babasından gelen harçlıkla yaşamını sürdürmektedir. 1863’de Reddedilenler Salonu’nda eserlerini sergilemiştir. Akademi jürisinin, sanatçıların eserlerini gösterebildikleri düzenli bir sergi etkinliği olan ve sanat ortamı açısından büyük önem taşıyan Paris Salonu’na gönderilen resimlerin tümünü geri çevirmesi üzerine düzenlenen bu sergi, Akademi karşıtı öncü sanat yaklaşımlarının toplandığı bir etkinlik kimliğini kazanmıştır. Sanat kariyerinin başlangıcındaki Cezanne’ın bu sergide yer alması, onun öncü kimliğinin ilk işaretlerini vermektedir. Bu arada, yakın dostu Zola 1866’da L’Evenement gazetesinde onu öven yazılar yazmıştır.
Paris’teki ilk dönemlerinde, özellikle Delacroix’nın sanatından etkilenmiş olduğu anlaşılmaktadır. Louvre’da ustalardan kopyalar yaparak çalışmakta, Zola ile sanatın geleceği üzerine tartışmalar yapmaktadır. 1870’e kadar Paris’te çalışmalarını sürdürmüş olmakla birlikte, 1865 ve 1866’da Aix’de uzun süreli olarak ikamet ettiği dönemler olmuş ve bu sırada babasının, amcasının ve ressam Achille Emperaire’in palet bıçağı tekniğiyle gerçekleştirdiği ve koyu renklerin hakim olduğu portrelerini yapmıştır. 1860’larda sanatçının coşkulu güneyli yaradılışı kendini bir seri melodramatik ve az çok erotik nitelikte resimde ifade etmiştir.
Otopsi (1861) ve Cinayet (1870) gerilimin yüksek olduğu çalışmalarıdır; buna karşılık Kaçırma (1867) ve Aziz Antonio’nun Baştan Çıkarılışı (y.1870) erotizmin hissedildiği bu döneme ait örneklerdir. Bu resimlerin ortak özelliği, belirgin bir deformasyon ve koyu renk kullanımıdır. Bu dönemde ayrıca bazı natürmort çalışmaları da gerçekleştirmiştir.
1860’lı yıllarda Paris’te yoğunlaşan çalışmaları, Fransa- Prusya savaşının çıkması üzerine kesintiye uğramış ve sanatçı, Fransa’nın güneyindeki Estaque’a, sonradan karısı olacak modeli Hortense Fiquet ile birlikte gitmiştir. Babası bu kadınla olan ilişkisinden dolayı Cezanne’a destek olmayı kestiği için maddi açıdan sıkıntı yaşadığı bu dönemde, resme giderek daha fazla yoğunlaşmıştır. 1866’da Seine nehri kıyısında ilk açık hava resmi çalışmalarını yapmış olan sanatçı için güneyin ışığı yeni bir kaynak olmuştur.
1872 yılında Ponoise’da, Pissarro ile birlikte çalışmaya başlamış ve onunla uzun ve verimli bir düşünce alışverişine girerek ışıklı, izlenimci palete yönelmiştir. Pissarro ile çalıştığı bu dönemde, izlenimcilerin geliştirdiği renk ve ışık kuramlarını özümsemiş olan Cezanne, aynı sıralarda Van Gogh’la ve resimleri karşılığında kendisinden boya ve tuval bezi alabildiği sanat taciri Julien Tanguy ile tanışmıştır. Bir başka sanat taciri ünlü Ambroise Vollard, ilk defa Cezanne’ın bir resmini Tanguy’ün vitrininde görüşünü şu şekilde hatırlamaktadır: “İlk defa olarak ressamın bir tablosunu görüşüm, bir nehir kenarı gösteren bir resmi, Clauzel sokağındaki küçük bir boya satıcısının, Tanguy Baba’nın vitrininde idi. Bu bende, mideme yediğim bir darbe etkisini yarattı.‿[VOLLARD, A.; Bir Tablo Satıcısının Anıları, ç: Nur Vergin, Halk El Sanatları Yayınları, İstabul, 1974, s77]
Cezanne, 1874 yılında fotoğrafçı Nadar’ın Paris’te Boulevard des Capucines’deki stüdyosunda açılan ilk izlenimci sergiye katılmıştır. Sergide yer alan Modern Olympia halkın en fazla tepkisini çeken eserlerden birisi olmuştur. Manet’nin aynı konulu resmine gönderme olan bu çalışmada; siyah bir kadın tarafından elbiseleri çıkartılan uzanmış çıplak bir kadın figürü ve onları izleyen bir erkek figürü (muhtemelen Cezanne’ın kendisi) yer almaktadır. Fırça vuruşlarındaki rahatlık ve figürlerdeki deformasyonun dışında, konunun çarpıcılığı tepkilerin odak noktası olmasına yol açmıştır. Sergideki diğer izlenimci tarzdaki manzaraların arasında bu konu özellikle dikkat çekmiş olmalıdır.
Sanatçı, izlenimcilerin üçüncü sergisine 16 resmiyle katılmıştır. Bu dönemde, üslubunda giderek Cezanne’ın yaradılışındaki coşkulu romantizmin etkileri durulmaya başlamış ve aslen ona pek de uygun olmayan Delacroix benzeri tekniği terketmiştir. 1870’li yıllarda ürettiği manzara, natürmort ve portrelerde kendine özgü resim dilinin oluşmaya başladığı görülmektedir. Sanat görüşünün izlenimcilerinkiyle uyuşmadığını anlamıştır. O, izlenimciler gibi, doğadan anlık izlenimler edinmeye ve bu nedenle hızlı çalışmaya temellenen resim anlayışından farklı bir görüşe sahiptir. Cezanne da izlenimciler gibi doğadan çalışmayı benimsemiş olmakla birlikte, onlardan farklı olarak doğayı yalnız geçici görünümüyle değil, kalıcı ve değişmez değerleriyle vermek istemektedir.

Onun resminde, çizgi, ton ve renk başlıca öğelerdir. Renk ise, çizgi ve tonu da içeren temel öğedir. Sanatçı bu konuda şunları söylemiştir: “Çizgi ve renk ayrı şeyler değildir, boyarken çizersiniz de… Renk doygun duruma gelince form da bütünlük kazanmış olur.‿
Louvre’da eserlerini inceleme fırsatını bulduğu Poussin’i doğadan yola çıkarak yeniden yaratmayı amaçladığını belirten Cezanne, doğada varolan biçimleri silindir, koni, küre gibi geometrik biçimler olarak ayrıştırmış ve bunlardan yola çıkarak doğayı yeniden yaratmayı amaçlamıştır. Onun amaçlarından birisi de, izlenimciliğe biçimsel nitelikler kazandırarak, bu akımı bir müze sanatı gibi sağlam ve sürekli bir içeriğe büründürmektir. Uzun ve zahmetli çalışma yöntemi, Cezanne’ın pekçok resmini tamamlayamamasına neden olmakla birlikte, yoğun çalışma temposu çok sayıda başyapıt üretmesine olanak sağlamıştır.
Estaque, Aix ve Paris’te süren yaşamı sanatla doludur ve daha 1874 tarihli Yukarıdan Auvers Görünümü ve 1873- 1877 arasına tarihlenen Büfe Üzerinde Kaplar, Meyveler ve Bisküitler adlı natürmortunda yukarıda değinilen sanat görüşünün örneklerini vermeye başlamıştır. Başta Estaque’da yaptığı görünümler olmak üzere manzaralar, portreler, natürmortlar, yıkananlar, kağıt oynayanlar gibi temalar etrafında gelişen sanat anlayışı; titiz ve derin bir doğa gözlemine ve ışık, renk, kompozisyon analizine dayanmaktadır. Büyük Yıkananlar,Kağıt Oynayanlar, Sainte- Victoire Dağı, Madam Cezanne gibi eserlerinde doruğa ulaşan resim dili, kendisinden sonra gelen kuşakları derinden etkilemiş ve Cezanne’a modern sanatın öncüsü olma onurunu kazandırmıştır.
Babasının 1886’daki ölümü, ona doğum yeri olan Aix’daki evinde resme yoğunlaştığı bir inzivaya çekilebilme olanağını veren serveti sağlamıştır. Eleştirmenler ve halktan gelen tepkiler ile yakın dostu Zola’nın 1886’da yayınladığı L’Oeuvre adlı kitabında başarısız bir ressam karakteri olan Claude Lainter için Cezanne’ı model alması bu gönüllü inzivanın nedenleri arasında yer almış olmalıdır. Ama daha da önemlisi, bu onun sanatçı kişiliğinin doğal bir sonucudur. “Gerçek sanatçı gösterişi sevmez, zamanın moda akımlarına bel bağlamaz, kendi köşesinde çalışmayı yeğler yalnızca… Araştırır ama, ben buldum diye ortalığı gürültüye boğmaz asla.‿

Bu dönemde öncü sanata verdiği destekle tanınan sanat taciri Vollard’ın, Tanguy’ün vitrininde eserlerini gördüğü Cezanne’ın bir sergisini açmak için ona ulaşma çabası, sanatçının kendisini ne ölçüde izole ettiğini ortaya koymaktadır: “…mesleğe girer girmez ilk tasarım bir Cezanne tabloları sergisi oldu. Fakat bunun için ressam ile ilişki kurmam gerekiyordu. Bu oldukça güç bir işti, zira Cezanne katiyen adresini vermezdi.‿[VOLLARD, a.g.e., s.78]
Vollard’ın çabalarıyla düzenlenen ilk büyük Cezanne sergisi, 1895 yılında gerçekleşmiştir. Vollard’ın, kendisinin bir portresini de yapmış olan Cezanne’a olan hayranlığına ünlü Amerikalı yazar Gertrude Stein’ın anılarında tanık olabiliriz: “Gertrude Steşn’la erkek kardeşi Cezanne’ları görmek istediklerini söylediler. Vollard’ın yüzü biraz yumuşadı ve oldukça kibar bir tavra büründü. Gertrude Stein’la kardeşinin sonradan öğrendiklerine göre, Cezanne, Vollard’ın taptığı bir ressamdı.‿[STEIN, Gertrude; Alice B. Toklas’ın Özyaşamöyküsü, ç: N. Kasap, 1.basım, Metis Yayınları, İstanbul, Ocak 1992, s.42]
Yaşamının sonuna değin üreten Cezanne, 1900’ların hemen başlarından itibaren sanat ortamında saygın bir yer edinmeye başlamış, 1904 Sonbahar Salonu’nda sanatçıya özel bölüm ayrılmıştır. Çağdaş sanat akımlarını derinden etkilemiş olan Cezanne, ilerlemiş yaşında bile doğadan yola çıkan sanat anlayışından ayrılmamıştır: “Yaşlandım iyiden iyiye… Yaşayacak fazla bir zamanım kalmadı. Gerçeklik doğadadır, bunu kanıtlayacağım.‿
Cezanne, güncel sanat ortamına çok fazla girmeden, sanat üzerine düşünerek, yılmadan çalışıp üreterek ortaya koyduğu sayısız eseriyle gerçekliğin doğada olduğunu kanıtlamıştır.